22 Mart 2009 Pazar

Bir gün gelecek, şiir kafayla okunacak.
PAUL ELUARD




ŞİİR ÜZERİNE -1-

Dokunulmazlıkla hücrelerde, karartma gecelerinde değilse
Şairin hem gündüzü hem lambası geceyse eğer
Topraktır şairin kanı, işlenmiş alkolle, endişeyle
Paylaşımsız, gelişimsiz daldan dala devinimsiz atlayan
Kendi ‘ben’inin körelmiş bilinçaltını sayıklayan
Dirençsiz karnındadır ‘şair’in kendisini dayatmayan anlam
Doyumsuz bir iştahla nereden üflenmişse o havaliyi yansıtan
Omzumuza konan bu küçücük sabun köpüğünden küre / balonda
Yüzümüze çarpıp dağılan görüntü / hayatlar
Bir küçücük dokunuşla kayboluveren yansıma / dünyalarla
Sözcüğün, biçimin, içeriğin, anlamın iktidarını kırma hevesi
Uzun ömürlü olmayan yalandan ibaret ‘küreselleşme’ / imaj
Bir bütünlük içindeki bilgiden, kalıcı gerçeklikten kaçış
Ve “saf, belki de boş, anlamsızlıkçılık”, ‘mızmız'lık...
Şiirin şerefine, insanlığın geleceğine saldırmaktadır!

Ocak 1998 / Şiir Üzerine -1-
Erdoğan Bakar

ŞİİR

Yazınsal anlatım biçimi özelliği yönünden düzyazı sayılmayan yazın ürünü şiir, edebiyat türlerinin en eskisi olarak bilinir.
"Şiir, eskil çağların sanatı, büyüye ve dine en yakın olanı. İnsanın kendini dile getirme araçlarının, müzik ve resimle birlikte ilklerinden biri. Bugüne kadar kalabilmesi bir tansık. Düzyazı ise, dile egemenliğin, dilin gelişiminin, aydınlanmanın, kısacası uygarlaşmanın şaşmaz bir belirtisi. İnsanın yenilmez sanılan doğa güçleriyle uğraşmaya başlaması, bu çabada kutsal güçlere değil, kendi gücüne güvenmeyi öğrenmesi, var olana boyun eğmek yerine onu değiştirmeye çalışması, ancak doğaya karşı verdiği bu savaşımda kazanımları üzerinde durup bir daha düşünmekle, vardığı sonuçları başkalarıyla tartışmakla, edindiği bilgileri biriktirmek ve gelecek kuşaklara aktarmakla mümkün olmuştur. Bununsa dilden ve yazıdan başka bir aracı yoktur. Masallar ve destanlar eskil çağların sanat ürünleri iken, romanın bir aydınlanma çağı ürünü olması boşuna değildir.
Giderek, bugüne kadar kalabilmesini bir tansık saydığımız şiir de, bu tansığı ancak büyüden, ayinden, şarkıdan kurtularak, koparak, esinden çok akla, düşünceye yaklaşarak başarmıştır. Bu işi yine kendi bildiği yoldan, yani şiir olarak kalmakla yapmıştır, ama bireyselleştiği ölçüde düşünceye yaklaştığı da kesin. Daha 1940’larda Paul Eluard’ın “ Bir gün gelecek, şiir kafayla okunacak” demesi, aslında bu gerçeğin çok geç bir ifadesi bence. Çünkü pagan toplumun, çoktanrılı dinlerin şiir dostu olmalarına karşın, şiirden korkunun, şairin lanetlenmesinin tektanrılı dinlerle başlamış olması bir rastlantı değil, inanma’ya karşı bilme’nin, düşünme’nin savaşımıdır, insanın düşünme, yaratma, değiştirme çabasına karşı duyulan korkunun bir belirtisidir. Platon’un tektanrılı dinlerden önce şiire karşı çıkması ve şairleri Devlet’inden kovması, aslında bundan farklı bir şey değildir, çünkü tektanrılı dinlerin başlangıçsız ve sonsuz evren ve tanrı düşüncesine karşılık onun da, evrendeki her şeyin bir kopyası olduğu idea’ları vardı. Dünya, bu idea’ların yansımasının bir toplamıydı ancak. İnsanlar, olsa olsa bu yansımaların yansımalarını yaratabilirdi.
Böylece, şiirin kurtuluşu, insanlığın insanlaşma serüvenine, uygarlığın gelişmesine, özündeki yaratıcılık ve karşı çıkma niteliğini yitirmeden katılmasıyla mümkün olmuştur. Başta şiir, bütün sanatların özündeki bu karşı çıkma, inanca başkaldırma özelliği, onların bugün de biricik varoluş gerekçesidir. Bu başkaldırının temelinde insanı insan yapan birinci özelliğin; düşünmenin ve değiştirmenin yatması sanatları insanın en yüce eylemlerinden biri yapmaktadır.
Şiir yazmak bir eylem biçimidir, bir yaşama biçimidir. Dünyada insanca varoluşun vazgeçilmez koşullarından biridir.
Şiirden düşünceyi kovup onu yalnızca esine ve duygulara teslim oluş sayanlar, ondaki şiirce düşüncenin, şiire dönüşmüş düşüncenin farkında değiller. Ondaki düşünceyi, konuşmadaki, felsefedeki, düzyazıdaki düşünceyle karıştırmaktadırlar. Oysa şiirde düşünce, hiç de alışılmış biçimiyle, düzeniyle görünmeyebilir. Deyim yerindeyse, yanlış anımsamıyorsam, bir konuşmasında Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi bir karşıt düşünce, karşıt felsefe biçiminde de gözükebilir. Tıpkı resimde, müzikte olduğu gibi şiirde de düşünce, resimsel, müziksel, şiirsel bir kılığa bürünmüştür. Tersine, şiiri yalnızca düşünceye bağımlı sayanlar da onu bu alışılmış kılığına sokmaya çalışmaktadır. Her iki durumda da şiir, doku uyuşmazlığı nedeniyle düşünceyi bu haliyle reddetmekte, dolayısıyla yazılanlar şiir olmamaktadır.
(Mehmet H. Doğan, “Şiir, Bugün”, Şiirde Düşünce,
Sayfa 16. Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Ağustos 2001)

Cahit Sıtkı Tarancı’ya göre şiir: Sözcüklerle güzel şekiller kurmak sanatı...
Ahmet Haşim’e göre şiir: Nesre çevrilmesi mümkün olmayan nazım, olarak tanımlanır.
R.M. Rilke’ ye göre: Tek bir dize yazmak için birçok şehri, nesneyi ve insanı görmüş olmak, hayvanları tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken nasıl titrediğini öğrenmek gerekir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle “Şiir, dilin çiçeğidir.” Şiirin dilin çiçeği olmasının nedeni, yarattığı duygu çağlayanı ya da zihnimizde sarsıcı bir şekilde yeni anlam alanları açabilmesidir. Şiir dilinin günlük dilden ayrılan en önemli noktalarından biri, sözcükleri orijinal bir şekilde bir araya getirebilmek ve bu şekilde yeni bağdaştırmalar kurabilmektir.
Semboller ve imajlar, şiir dilini günlük dilden ayırır.
Şiir, öznel nitelikleri ağır basan, kişiden kişiye, çağdan çağa değişen bir yazın türü olduğundan, günümüze kadar, şiirin birbirinden farklı birçok tanımı yapılmıştır.
Bence, şiiri yücelten en çarpıcı söz, ―kendi deyişiyle hiç de hoş olmayan bir atasözümüzü değiştirip― Mehmet H. Doğan tarafından söylenmiştir: Söz gümüşse, şiir altındır.
Sözlük anlamıyla şiir; duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden vb. süzülmüş yaşantı birikimleri olarak, ozanların, sözcüklerin sözlük anlamlarına kimi zaman değişik anlamlar da yükleyerek, dil içinde özel bir dil yaratarak oluşturdukları imgelerden, söz sanatlarından, ritimden, uyumdan yararlanarak ortaya koydukları ve okurda estetik duygular uyandıran yazın ürünüdür.
Şiir, öz olarak dizelerden oluşan, okuru duygulandıran, heyecanlandıran yazınsal (=edebi) anlatı türüdür.
Her ulusun edebiyatı gibi Türk ulusunun edebiyatı da şiirle başlar. Destanlar, koşuklar, sagular... Türk şiirinin en eski ürünleridir. İlk Türk şairi, 8. yüzyılda, Uygurların ilk döneminde şiirler yazmış olan Aprınçur Tiğin’dir.
Şiirimiz, yüzyıllar boyunca çok değişik aşamalardan geçmiş, çeşitli faktörlerden etkilenmiş ancak hece ölçüsüne dayalı halk şiirimiz çok eski dönemlerden günümüze kadar özünü koruyarak ulaşmıştır.
Çeşitli uygarlıkların etkisiyle pek çok değişimler geçiren Türk şiiri, Tanzimat’tan sonra, özellikle içerik yönünden değişmiş; Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet döneminde kendine özgü nitelikler kazanmıştır.
Eski Yunan ve Latin edebiyatlarından alınan klasik sınıflandırma şiiri beş türe ayırır.

Özelliklerine göre şiir türleri şunlardır:

1. Epik Şiir
2. Pastoral Şiir
3. Dramatik Şiir
4. Lirik Şiir
5. Didaktik Şiir

Şiirin bu türlerinden başka, ölçüye ve uyağa (=kafi-yeye) bağlanmayan ancak duygu, düşünce ve düşleri şiirde olması gerektiği incelikte işleyen, bir düz yazı türü olan mensur şiir, 19. yüzyılda Fransa’da edebiyat yaşamına girmiştir.
“Mensur şiir” terimi, 1860 yılında ilk kez Fransız şair Beaudelaire’in “Küçük Mensur Şiirler” adlı yapıtında kullanılmıştır.
Mensur şiir türünde, Halit Ziya Uşaklıgil’in (1866-1945) “Mensur Şiirler” adlı eserinden başka Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Milli Edebiyat dönemlerinde birçok yapıt edebiyatımıza kazandırılmıştır.

Halit Ziya Uşaklıgil’in ‘Mensur Şiirler’inden bir kesit:

“Güneşin doğuşundan önce çıkmak, batışından sonra girmek; çalışmak, çabalamak, iler tutar yeri kalmamak... Ne için? Bir lokma ekmek için.
Soğuklarda üşümek, yağmurlarda ıslanmak, topraklarda yatmak, donmak... Ne için? Başkalarının dinlenmesini sağlamak için.
Yer altlarında hayat geçirmek, zehirli havayı solumak, rutubette ömür sürmek, güneş görmemek, insanken bir yılan gibi yaşamak, verem olmak, ölmek... Ne için? Ölmemek için...”


Derdimiz, bir gülü yaşatmak.
SABİT KEMAL BAYILDIRAN



Söz gümüşse, şiir altındır.
MEHMET H. DOĞAN



ŞİİR TÜRLERİ

1. EPİK ŞİİR

Epik şiir, yiğitlik konularını işleyen, öyküleyici uzun şiir türüdür. Epik şiirlerde yiğitlik, kahramanlık, savaş vb. temalar işlenir. Destanların tümü epik şiir türündedir. Ör. Alp Er Tunga Destanı, Homeros’un İliada Destanı...
Yunancada “destan” anlamındaki “epope”den türetilen Fransızca “epik” sözcüğü, destana özgü, destansı, destanla ilgili, destan biçiminde yazılmış olan yapıt, yiğitlik konularını işleyen şiir anlamlarına gelir.
Tarihsel gerçeklerden kaynaklanan epik şiirde, yaratıcısının düş gücüyle tarihi gerçeklik zenginleştirilip, genişletilerek genellikle nesnel biçimde işlenmese de yine de o dönemle ilgili önemli ipuçları bulunabilir.

Epik Şiire Örnek:

Tokuş içre uruştum = Savaş içinde vuruştum
Uluğ birle karıştım = Ulularla bir oldum
Töküz atın yarıştım = İyi koşan at ile yarıştım
Aydım: Emdi al Utar! = Dedim: İşte al Utar!

(Alp Er Tunga Destanı’ından)

Anımsatma:

Epik şiirle ilgili olarak bkz. Erdoğan Bakar,
"Türkçe Dilbilgisi
Yeni Yazım Kuralları
Yazma Sanatı
Etkileyici ve Düzgün Anlatım İçin
Kompozisyon Bilgileri"
Yazınsal Anlatım Türleri, Destan.

2.PASTORAL ŞİİR

Pastoral şiir, köy ve kır yaşayışını, çobanca yaşamayı konu alan, bu yaşayışı sevdirmek ereği güden şiir türüdür.
Ali Püsküllüoğlu’nun “Türkçe Sözlük” yapıtında, Fransızca “pastoral” sözcüğünün Türkçede karşılığı, “çobanıl” ya da “çobanlama”; “pastoral şiir” teriminin karşılığı ise “çobanıl şiir” olarak yer almaktadır.
Çobanıl şiirin öncüleri, eski Yunan edebiyatında Teokritos, Latin edebiyatında Virgilius, Türk edebiyatında ise “Sahra” adlı yapıtıyla Abdülhak Hamit Tarhan’dır.
Her çeşit süsten, yapmacılıktan, gösteriş ve söz oyunlarından uzak bir yapısı olan pastoral şiirin iki biçimi vardır:

1. İdil: Kır yaşamının güzelliğini, çobanıl aşkı konu alan, bir ozan tarafından yazılan kısa şiirlerdir. (İdil; Fransızca bir sözcüktür.)
2. Eglog: Doğadan, kırdan söz eden eglog, birkaç çobanın aşk ve kır yaşamı üzerine karşılıklı konuşmalarını yansıtan çobanıl şiirlerdir. (Eglog; Yunanca bir sözcüktür.)
Kır yaşamıyla ilgili bir olayın anlatıldığı eglog türü şiirler, bu yönüyle küçük bir piyes özelliği taşır.



3. DRAMATİK ŞİİR

Bir yönüyle epik şiire benzeyen dramatik şiir, kimi edebiyat kuramcılarına göre, epik şiirden doğmuş, tiyatroyu oluşturmuştur.
Şiirsel söyleyişle, insan yaşamını gerilim, çatışma, çeşitli olaylar ve karşıtlıklarıyla gerçeğe uygun biçimiyle öyküleştiren şiirler, dramatik şiirlerdir. Manzum yazılmış (düz yazı olmayan, ölçülü, uyaklı, koşuk biçiminde yazılmış) tiyatrolar (tragedyalar, komedyalar ve dramlar) dramatik şiir türünde yapıtlardır.
Eski Yunan edebiyatında Euripidies, Sophokles, Aristophanes, Aiskhylos dramatik şiir türünde tanınmış sanatçılardır. Türk edebiyatında ise dramatik şiirin temsilcileri, Namık Kemal Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel’dir.


4.LİRİK ŞİİR

Lirik şiir, ozanın kişisel içten gelen duygularını ya da toplumsal ortak duyguları yansıtan çok etkileyici, coşkun, akıcı anlatımı olan bir şiir türüdür.
Eski Yunanlılarda, ozanlar şiirlerini lir (Yunanca:“Lyra”) eşliğinde söylediklerinden bu tür coşkulu şiirlere “lirik” denmiştir.
Lirizm, kişisel duyguların coşkulu ve etkileyici bir biçimde anlatılmasıdır.
Batı edebiyatında, Rönesans dönemi ozanlarının (Petrerca, Ronsard...) daha sonra da ilke olarak içe dönüklüğü benimseyen romantik sanatçıların (Lamartine, Goethe, Hugo, Schiller...) duygusal ve öznel bir nitelik gösteren şiirleri lirik şiir örnekleri olarak dünya edebiyatında yer almıştır.
Türk edebiyatında ise Yunus Emre, Fuzuli, Nedim, Karacaoğlan, Nazım Hikmet, Ceyhun Atuf Kansu, Ahmet Arif, Adnan Yücel ve birçok ozanımızın şiirleri lirik şiir türündedir.
Günümüzde, edebiyatın her alanında olduğu gibi bu türde de yazan, yaşayan, değerli pek çok ozanımız vardır.


5.DİDAKTİK ŞİİR

Didaktik, öğretim yöntemleri bilimidir. Öğretme ereğini güden öğretici yapıtlara didaktik yapıt denir.
Eski Yunan edebiyatında, Hesiodos, didaktik şiir türünün öncüsü olarak tanınır. Hesiodos, “İşler ve Günler” adlı yapıtında tarım, gemicilik ve ahlak üzerine bilgiler vermiştir.
Didaktik şiir, bilim, sanat, felsefe, ahlak, din vb. alanla ilgili bilgi vermek amacıyla yazıldığı için içerik yönünden eğitici, öğretici bir nitelik taşır. Öz olarak öğretici, eğitici şiirlere didaktik şiir denir.
Satirik (yergisel) şiir olarak da bilinen hiciv (=yergi) şiirleri de didaktik şiir sayılır.
Edebiyatımızda, didaktik şiire örnek pek çok şiir vardır:
Yusuf Has Hacip’in, ideal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiğini simgelerle anlattığı Kutadgu Bilig (Hükümet Olma Bilgisi) adlı yapıtı... Aşık Paşa’nın, Türklere tasavvufu öğretmek için, Garipname’si... Edip Ahmet Yükneki’ nin, ayet ve hadislere dayanarak İslam ahlakını öğretmeye çalıştığı, Atabet-ül Hakayık (Gerçeklerin Eşiği)... Hoca Ahmet Yesevi’nin, Divan-ı Hikmet (Bilgece Söylenmiş Söz Divanı)... Nabi’nin, oğluna yaşadığı dönemin toplumsal yaşamını, geleneklerini, İslam ahlakını öğretmek için yazdığı, Hayriyye adlı mesnevisi, didaktik şiir türünde yapıtlardır. Ziya Paşa, Tevfik Fikret, Mehmet Akif Ersoy ve birçok ozanımız da edebiyatımıza didaktik şiir türünde önemli yapıtlar kazandırmışlardır.
Günümüzde, didaktik şiiri, şiir değeri taşımayan bir koşuk yazı olarak tanımlayan (Ör. bkz. Türkçe Sözlük, Ali Püsküllüoğlu, didaktik şiir: biçimsel yönden şiire benzemekle birlikte şiir değeri taşımayan, gerçek ereği bir düşünceyi aşılamak, belli bir konuda öğüt vermek, bilgi aktarmak vb. olan koşuk yazı.) ve didaktik şiiri şiirden; didaktik şiir türünde edebiyatımıza çok önemli yapıtlar kazandıran büyük ozanlarımızı da şair saymayan bugün var yarın yok kimi entelektüellerin didaktik şiirle ilgili yargılarına karşılık, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet ve didaktik türde yapıtlar veren, ölümsüzleşen, yukarıda adlarını andığım ozanlar, acaba ne yanıt verirlerdi? Bilmiyorum.
Kesin olan şudur: Şiir, düşüncesiz olamaz, çünkü bütün sanatlarda olduğu gibi şiirin özünde de var olana boyun eğmek yerine onu değiştirme çabası, boş inanca başkaldırı ve yaratıcılık vardır. Şiir, insanın düşünme, yaratma, değiştirme çabasının bir ürünü ve inanma’ya karşı bilme’nin, düşünme’nin savaşımıdır.
Şiiri düşüncesizleştirmek isteyenler, insanın düşünme, yaratma, değiştirme çabasından korkanlar ya da insanlığın insanlaşmasında, uygarlığın gelişmesinde sanatçı sorumluluğundan, sorunlardan, kalıcı gerçeklikten kaçışı bir şairin, bir sanatçının, bir aydının tarafsız yaşam biçimi sananlardır.
Birincilerin, şiirden, düşünceden korkanların Platon’ dan günümüze kadar yüzyıllardır şairlere, aydınlara neler ettikleri yüzlerce ciltlik başlıbaşına bir araştırma konusudur.
İkinciler ise sırça köşklerinde, sözcüğün, biçimin, içeriğin, anlamın iktidarını kırma hevesiyle, parçalanmış yaşamların, baskının ve nefessizliğin, umutsuz kalmanın, yani insanoğlunun kırık imajının yansımalarını toplamaya çalışarak ‘hayatta kalabilme savaşımı’ veriyorlar, tümüyle içe kapanışın ve anlamsızlığın derin sularında boğulmuş durumda.

(...)
bu masallar masalı “kağıt aleminin”
tükenmişliğin bilinçaltını sayıklayan son yolcuları birer birer
gözden kaybolurken “tuzlu suyun önünde”
coşkulu, bilgi dolu, bilimsel şiirler yerine
“saf, belki de boş, anlamsız...” söz yazarak
giderek azalan sayılı sözcüklerle
“yıllarca zarfları kanatıp” eskinin sarayında
hiçbir iç bütünlük taşımayan lafebelikleriyle kıs kıs gülerek:
“yine anlayamadı salaklar...” tepkisi gelecek olsa da
bizim için, söylenecek ancak bir söz var:
“onlar ermiş hayaline,
“biz erelim hakikatine!”

Aralık 1997 Şiir Üzerine -2- Son Bölüm
Erdoğan Bakar


Her yapıtın, yanlışları ve en azından bir eksiği olabilir.
Yazma sanatı ya da kompozisyon bilgileri de sadece bu kitaptaki bilgilerle sınırlı değil. Ayrıca, konularla ilgili daha çok bilgi edinmek için tek bir kaynağa, tek bir görüş açısına bağlı kalmamak gerekir.
Çok gezenler, çok yaşayanlar değil çok okuyan ama okuduğu şeyleri, düşünceleri bilim yöntemi ile bilimin süzgecinden geçirenler bilir.
Bu yargımı bir yönüyle -yakın anlamıyla- vurgulayan bir atasözümüzü değiştirerek şu şekilde söylersem, sanırım hiçbir sakıncası olmayacaktır:
Sel (öznel bilgi) gider, kum (bilimsel bilgi) kalır.
Barışın, bilimin, bilimsel demokrasinin, sevginin ve sanatın egemen olduğu bir ülke, bir yaşam için: Barışla, bilimle, sevgiyle, sanatla kalınız.

Teşekkürlerimle... 29 Aralık 2008
Erdoğan Bakar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder